Valizlerimizi alıp, pasaport kontrolünden geçtikten sonra, şehir merkezine gitmek için hazırdık. Gezi öncesindeki araştırmalarımızda Prag’taki toplu taşıma sisteminin oldukça gelişmiş olduğunu öğrenmiştik. Şehir merkezine gitmek için havalanından 119 no’lu otobüse bindik. Otobüsten Dejvicka metro durağında indik, metroya bindik ve Yeşil A nolu hattan 3 durak sonra, otelimize en yakın Staromestska istasyonunda indik. 5 dakikalık bir yürüyüşün ardından Charles Bridge’in dibindeki otelimize vardık.


Prag’taki üç gecemizi U Zlateho Stromu otelde geçireceğiz. Gerçekten de mükemmel konumdaki bu otelimize gecelik 75 € ödeyeceğiz. Erken rezervasyonun faydaları  Nisan’daki bu seyahatimiz için Ocak ayının başında rezervasyon yaptırdığımızı belirtmeliyim sanırım.. Otel odamız da oldukça geniş ve temiz, sanırım bu şu ana kadar yaptığımız seyahatleri düşününce, kaldığımız oteller içinde konum olarak en iyisi Prag otelimiz.


Çek Cumhuriyeti, 2004 yılından itibaren Avrupa Birliği üyesi. Ancak diğer Avrupa Birliği üye ülkelerinin aksine para birimini Euro’ya çevirmemiş, halen kendi para birimleri olan Çek Koruna’sını kullanıyorlar. Yeri gelmişken hemen kur bilgisini de vereyim 10 € = 240 CZK. İlk para bozdurma işlemimizi otelimizin resepsiyonundan, sıfır komisyonla yaptık.


Etrafta birçok döviz bürosu var ve gece geç saatlere kadar açıklar ama para bozdururken dikkatli olun, siz de bizim gibi kandırılıp, kazıklanmayın. Çünkü, bazı döviz bürolarında turistleri kandırmaya yönelik bir sistem uygulanıyor, kurların yazdığı tablolardaki satış fiyatları, ancak eğer yüksek meblağlarda, 1.000 € gibi işlem yaparsanız geçerli oluyor. Ve bu durum tablonun altında küçücük bir açıklama olarak yer alıyor. Biz de şehir merkezindeki bir döviz bürosunda malesef bu hataya düştük. İşlemin iptalini istedik, dil döktük, adama bağırdık çağırdık ama nafile. Aman siz dikkatli olun da bizim düşğümüz tuzağa düşmeyin..

Odamız henüz hazır olmadığı için otele check in yaptıktan sonra, valizlerimizi resepsiyonda bırakarak kendimizi Prag sokaklarına atıyoruz.

Prag’taki ilk günümüze dönersek, otelden çıktıktan sonra ilk önce tabii ki, Vlatava nehri üzerindeki en önemli ve görkemli köprü olan Charles Köprüsü’nden (Karlov Most) şehrin karşı kıyısına geçiyoruz.Bu bölge Küçük Mahalle (Lesser Town ya da Mala Strana) olarak isimlendirilmiş.

Charles köprüsü, Prag’ın en önemli sembollerinden birisi. Trafiğe kapalı olan bu köprü üzerinde sağlı sollu 30 adet heykel yer alıyor. Köprünün iki ucunda da köprü kuleleri yer alıyor. heykellerin bir çoğu bakımsız ve yıpranmış görünüyor, rehber kitabımız heykellerin kopya olduğunu ve orijinallerinin Ulusal Müze’de korunduğunu söylüyor bize.


Köprü üzerinde hediyelik eşya satan tezgahlar Ortaköy’dekileri andırıyor bana, ayrıca ressamlar da var köprü üzerinde Prag manzaralarından oluşan tablolar satıyorlar.. Bir de köprü ile özdeşleşmiş bir müzik grubu var: The Bridge Band 6 kişiden oluşan ve jazz müzik çalan bu grup köprü ile özdeşleşmiş adeta. Youtube’ta bir çok videolarını bulabilirsiniz.

Yemek için yöresel birşeyler tercih ettik tabiki de  Menüden gulaş (beef goulash with bohemian bread dumplings- 189 CZK – 7,9 €) ve ¼ ördek (roast duck on braised red cabbage served with two kinds of bohemian dumplings -239 CZK-10 € ) seçtik. Yemekler, yöresel bir ekmekle sunuluyor. Ana yemeğin yanında 3-4 dilim bu ekmekten geliyor. Yemeklerimiz oldukça lezzetliydi, yemeğin yanında meşhur Çek biralarından içtik, biramız da oldukça hafif ve lezzetliydi.



Charles Köprüsü’nden karşıya geçtikten sonra yürümeye devam ettik, acıkmış olduğumuz için biraz da yemek için bir yerler arayışındaydık aslında.. Biraz yürüdükten sonra yemek içinPivnice U Glaubicuya oturduk. Garson bize sigaralı mı sigarasız mı bölümü tercih edersiniz diye sordu, sigarasız cevabını verince bizi alt kata yönlendirdi, restoranın alt katına indik ama alt katta kimseler yoktu ve keyifsizdi. Hal böyle olunca sigaralı bölümde oturmaya karar verdik, dekorasyonu daha güzeldi ve daha canlıydı bu kısım. Prag’ta da Viyana’daki gibi kapalı mekanlarda halen sigara içilmesine şaşırdık ve üzüldük. Türkiye’de kapalı mekanlarda sigara yasağı geldiğinden beri çok rahat etmiştik oysaki.


Yemekten sonra tekrar Charles Bridge (Karlov Most)’ten geçtik, köprünün ve Vlatava nehrinin tadını çıkardık. Otelimize uğrayıp, eşyalarımızı odamıza yerleştirdikten sonra kendimizi tekrar Prag sokaklarına attık.. Hedefimiz Eski Şehir (Old Town ya da Stare Mesto) ve “Eski Kent Meydanı”.


UNESCO tarafından Dünya kültür mirası listesine alınan “Eski Kent Meydanı” bir çok önemli yapıya ev sahipliği yapıyor. Bunlardan en meşhuru da “Astronomik Saat”.


Astronomik Saat, üç ana bileşenden oluşuyor: Güneş ve Ay’ın gökyüzündeki konumunu ve çeşitli astronomik detayları gösteren gösteren astronomik bir kadran; her saat başında harekete geçen 12 havari ile saatin yanlarında yer alan kuklalar; ve son olarak ayların madalyonlarla gösterildiği bir takvim kadranı.

Bu kukların her birinin saatin yapıldığı dönemde küçümsenen davranışları betimlediğine inanılıyor. Elindeki aynayla kendine bakan kukla; “kendini beğenmişliği”, elinde altın torbası tutan bir Yahudi olduğuna inanılan kukla; “açgözlülüğü” veya “tefeciliği”, iskelet şeklindeki kukla; “ölümü”, elinde mandoline benzer bir müzik aleti bulunan ve bir Türk olduğuna inanılan kukla ise; “keyfe ve eğlenceye düşkünlüğü” anlatıyor.

Her saat başı önünde toplanan turistlere ufak çaplı bir gösteri sunuyor geçmişi 1410 yılına dayanan bu saat. Saat bakımda olduğu için biz malesef bu gösteriden mahrum kaldık. Ancak, saat bakımda olsa da, Ortaçağ kıyafetleri içinde bir görevli, borazanı ile kulenin balkonundan her saat başı saati haber veriyordu, biz de bu gösteriyi seyretme fırsatı yakaladık.


Ekim 2010 yılında Astronomik Saat’in 600. yılı kutlanmış ve kutlama için çok özel bir ışık gösterisi hazırlanmış. İzlemenizi tavsiye ederim: http://www.youtube.com/watch?v=in9BgR-P5b4

Astronomik saatin yer aldığı kuleye 100 CZK (4,20 €)karşılığında çıkmak mümkün. Kuleye çıkan bir asansör de olduğuna göre, muhteşem Prag manzarasını kaçırmamanız için bir neden kalmıyor bence.


Prag’ta geçirdiğimiz günler Paskalya bayramına çok yakın olduğu için, Eski Kent Meydanı cıvıl cıvıldı, rengarenk boyalı yumurtalar, yiyecek ve içecek standları, çeşitli konserlerin ve gösterilerin yapıldığı bir sahne tüm meydanı süslüyordu.

Eski Kent meydanındaki diğer önemli yapılardan birisi de “Tyn Kilisesi”dir. Meydana hakim olan bu kilisenin görkemli kuleleri var. Gotik tarzda inşa edilmiş Tyn Kilisesi’nin yapımına 1365 yılında başlandığını söylüyor rehber kitabımız. Kilisenin arkasında bir de avlusu bulunuyor.


Eski Kent meydanında Tyn Kilisesi dışında bir de geçmişi 12. yy.’a dayanan “Aziz Niklaus Kilisesi” bulunuyor.

www.homemadetravels.com

www.homemadetravels.com

www.homemadetravels.com

www.homemadetravels.com

www.homemadetravels.com

www.homemadetravels.com

www.homemadetravels.com

www.homemadetravels.com

www.homemadetravels.com

www.homemadetravels.com

roast duck on braised red cabbage served with two kinds of bohemian dumplings

beef goulash with bohemian dumplings

www.homemadetravels.com

www.homemadetravels.com

Kent meydanından “Baruthane Kulesi”ne (Powder Gate) doğru yürüdük. Baruthane Kulesi ya da Kapısı, 1400’lü yıllarda şerin 13 ana kapısından biri olarak inşa edilmiş ve günümüze kadar korunarak geldiği için şehrin sembollerinden birisi olmuş. 17. yüzyılda barut deposu olarak kullanıldığından beri bu isimle anılıyormuş.

Baruthane Kulesi’nin hemen yanında “Belediye Sarayı” yer alıyor. Prag’ın en önemli Art Nouveau binası olan bu yapının, günümüzde bir kültür merkezi olarak kullanıldığını rehber kitabımızdan öğreniyoruz.

Baruthane Kulesi’nin yer aldığı meydanda kısa bir zaman önce açılmış olduğunu öğrendiğimiz “Palladium” isminde bir alışveriş merkezi yer alıyor. Buraya kadar gelmişken alışveriş merkezini de gezelim görelim dedik ve içeriye daldık. Türkiye’deki alışveriş merkezlerine oldukça benzer Palladium’da hızlıca dolaştık, laf aramızda biraz da ısındık, birşeyler atıştırdık ve Prag’ı keşfe kaldığımız yerden devam ettik. 


Prag’ta ilk akşam yemeğimizi eski kent meydanında Hotel U Princein restorantta yedik. Nisan ayında olmamıza rağmen dışarıda oturabilmek keyifliydi. Akşam menümüzde gulaş çorbası (99 CZK - 4,10 €) ve şnitzel (299 CZK -12,5 €) yanında içecek olarak bira (89 CZK- 3,7 € ) vardı. Kişibaşı 30 CZK (1,25 €)‘nın kuver, 44 CZK (1,8 €)’nın da servis ücreti olarak hesaba ilave edildiğini de belirtmemde fayda var sanırım. 

Bu keyifli yemekten sonra, rehber kitaplarımızda bahsi geçen yerel bir Çek barına gitmeye karar verdik ve U Zlateho Tygra yani The Golden Tiger’ı seçtik. Dışarıdan hiç de bir barmış gibi görünmeyen ve çok da büyük olmayan mekanın içi çok kalabalıktı. Sıra şeklinde uzun masalar vardı ve bir kişilik bile yer yoktu. Mekanın neredeyse tamamında yerel kişiler vardı, bir yandan biralarını içerken, bir yandan da bağırarak sohbet ediyorlardı. Biz de oturacak yer bulamayınca, ayakta bir yer ayarladık kendimize ve 40 CZK (1,65 €)’ya biralarımızı aldık. Günün yorgunluğu üzerimize çökmeye başladığı için, bir biradan sonra otelimize döndük ve Prag’ta ilk günümüzü böylece noktaladık.

www.homemadetravels.com

www.homemadetravels.com

Bu heykeller arasında en çok ilgi çekenlerden birinin, “Aziz John Nepomuk’un heykeli” olduğunu öğreniyoruz. Efsaneye göre Aziz, öldürülüp Karl Köprüsü’nden atılmış. Zamanla bu azizin heykeline dokunmanın dilekleri gerçekleştirdiği inancı yayılmış. Günümüzde köprüyü geçen turistler de bu heykele dokunup dilek tutuyorlar. Bu nedenle turistlerin dokunduğu kısım heykelin diğer kısımlarına göre pırıl pırıl..