www.homemadetravels.com

Otelimizin kahvaltı salonu binanın zemin katında, çok hoş bir dekorasyona sahipti. Duvarlarda eskiden kullanılan mutfak eşyalarıyla süslenmişti. Otelde bu şirin kahvaltı salonundaki kahvaltımızın ardından, kendimizi Prag yollarına attık.


Bugün hedefimizde ilk önce akşamki konser öncesi para iadesi almaya gitmek, sonrasında da Kale bölgesini keşfetmek vardı. Bu para iadesi de ne diye merak edenler için kısa bir özet geçeyim. Konser biletlerini alabilmek için uzun uğraşlar sarfetmiştik. Bilet satışı online olmadığı, kredi kartı ile bilet alınmadığı ve sadece CZK ile ödemenin kabul edildiği bir bilet şirketi vardı karşımızda. Bu nedenle Türkiye’den bilet firmasına bilet parasını ve gönderimde oluşacak masrafları CZK olarak göndermemiz gerekiyordu. Bu gönderim sırasında kur farklarından kaynaklanan fazla ödememiz olduğu için bunu da iade almamız gerekiyordu, konser mekanı ve biletlerin satıldığı yer birbirinden farklı olduğu ve belli saatlerde çalışğı için de mecburen Sazka’nın merkezine gidip paramızı almamız gerekti.


Metro ve otobüs yolculuğunun ardından, sora sora Bağdat bulunur prensibiyle Sazka’nın merkezini bulduk, yarım yamalak İngilizce’si olan bir görevliye derdimizi anlatmaya çalıştık, dakikalar sonra başardık ve 300 CZK para iademizi alıp, kent merkezine döndük, sabahki bu maceramız sırasında, konserin yapılacağı O2 Arena’nın yerini de öğrenmiş olduk, bu nedenle içimiz rahat, akşama kolayca konsere ulaşabileceğiz.

Prag Kale’sinin olduğu bölge tepede yer alıyor, bu nedenle yürümek yerine tramvay ile gitmeye karar verdik.


Tramvaya binmeden önce “komünizm kurbanları anıtı”nı gördük. Petrin tepesinde yer alan bu anıt 2002 yılında açılmış ve idam edilen, hapse atılan tüm kominizm kurbanlarına adanmış. Merdivenlerden aşağıya inen yedi bronz insan figüründen oluşan bu anıt, komünizmin insanlar üzerindeki etkisini sembolize ediyormuş.

www.homemadetravels.com

Bu anıtı gördükten sonra tekrar tamvaya bindik ve “Královský letohrádek” durağında indik. Kraliyet’e ait yazlık ev olarak kullanılan binalar ve güzel bahçeler vardı. Bu bahçelerden geçerek “Prag Kalesi” bölgesine geldik.  Prag Kalesi 46 hektarlık bir alana yayılmış içinde bir çok önemli yapının yer aldığı Prag gezilerinde mutlaka görülmesi gereken bir bölge.


Bu önemli yapılardan biri de Prag’ın en büyük ve önemli kilisesi olan “Aziz Vitus Cathedrali”dir. Aziz Vitus Katedrali, sivri kuleleriyle Gotik mimarinin en iyi örneklerinden biridir. Yapımı yaklaşık 600 yıl süren bu katedralin içinde yer alan cam mozaikler oldukça canlı renklere sahip ve etkileyiciydi.

www.homemadetravels.com

www.homemadetravels.com

www.homemadetravels.com

www.homemadetravels.com

www.homemadetravels.com

Bu bölgede ilgi çekici bir diğer yer ise “Altın Yol”dur. 16. yüzyılda kaleyi korumakla görevli atıcıların yerleşmesi için kalenin surlarına bitişik olarak yapılan rengârenk evlerin oluşturduğu Altın Yol’dan malesef yürüyemedik, restorasyon çalışmaları nedeniyle kapalıydı. Bu yolda yer alan evlerde daha sonraları simyacılar ve sanatkarlar yaşamış, hatta Franz Kafka da bir dökem sokağın sakinlerinden birisi olmuş.

Kale bölgesinde yer alan diğer önemli yapılar ise, Eski Kraliyet Sarayı, Aziz George Bazalikası, Mihulka Barut Kulesi’dir.

Kaledeki turumuzdan sonra, “Zahrady Pod Prazskym Hradem” (Gardens Below The Prague Castle) bahçelerinden gezerek Küçük Mahalle (Lesser Town ya da Mala Strana) bölgesine inmeyi planladık. Bu bahçelerden 80 CZK ( 3,30 €) karşılığında geçebilirsiniz. Bu bahçeler oldukça dik bir yamaca kurulmuş, merdivenler ve teraslarla düzenlenmiş oldukça bakımlı bahçeler. Mevsim bahar olunca bahçelerin keyfine diyecek yoktu. Tüm ağaçlar rengarenk çiçekler açmıştı, yukarıdan aşağıya panoramik Prag manzarasına hakim bu bahçeleri görmenizi tavsiye ederim.  


www.homemadetravels.com

www.homemadetravels.com

www.homemadetravels.com

www.homemadetravels.com

Bahçelerden sonra bir yemek molası verdik. Yemeğimizi Golden Star Restaurant (Zlata Hvezda)’ta yedik. Öğlen yemeği menümüzde, ördek (¼ roasted duck served with variety of dumplings & cabbages) (260 CZK-10,8 €) ve patates ve peynir kızartması (220 CZK-9,1 €) ve içecek olarak bira (60 CZK-2,5 €) vardı. Kişibaşı 25 CZK-1 € kuver olarak hesaba ilave edilmişti. Keyifli bir yemek molası oldu bizim için, sonrasında Küçük Mahalle’yi gezmeye devam ettik.


Kalenin eteklerinden Vlatava Nehri’ne kadar uzanan bu mahalledeki gezimize “Nerudova Sokağı” ile başladık. Prag Kale’sine doğru çıkan bu sokakta cafeler, restoranlar ve hediyelik eşya dükkanları bulunuyor. Yemek molamızı verdiğimiz restoran da bu sokağa hakim bir noktada yer alıyordu. Hafif eğimli olan bu sokağın en önemli özelliğinin, evlerin dışında yer alan tabelalar olduğunu söylüyor rehber kitabımız. Bu tabelalar, evlere verilen numara sisteminden önce evleri ayırt etmek için kullanılıyormuş. Örneğin, üç keman üreticisinin yaşadığı evin tabelasında “üç keman” resmi var, tabelasında “kırmızı kaplan”ın yer aldığı ev ünlü bir Çek ressam yaşamış, tabelasında “iki güneş”in olduğu evde ise bu sokağa ismini de veren ünlü Çek şair ve gazeteci Jan Neruda yaşamış. Nerudova Sokağı’ında yer alan ilginç tabelaların resimlerine bu link’ten ulaşabilirsiniz.

Küçük Mahalle’deki turumuza Nerudova Sokağı’ndan sonra “Wallenstain Sarayı” ile devam ettik. Wallenstein Sarayı’nın 30 yıl savaşlarının en önemli generallerinden Wallenstein için yapıldığını ve Prag’daki Barok tarzdaki ilk saray olduğunu öğreniyoruz kitabımızdan. Günümüzde Çek Cumhuriyeti’nin senatosuna ev sahipliği yapan sarayda ayrıca konserler ve resmi kutlamalar da düzenleniyormuş. Sarayın bence en etkileyici kısmı, bahçeleri. Ücretsiz olarak gezilebilen bu bahçelerin içine girdiğinizde şehir merkezinde bu kadar geniş ve güzel bir alanın olmasına siz de benim gibi şaşıracaksınız bence. 

www.homemadetravels.com

www.homemadetravels.com

Bahçeye girdiğinizde bu yemyeşil ve huzurlu mekana biraz da aykırı gibi görünen siyah kiraçtaşı sarkıtlardan oluşan duvar dikkatinizi çekecektir.


Bahçede aynı zamanda, kare şeklinde büyük bir havuz, havuzun ortasında Herkül heykelinin yer aldığı bir çeşme bulunmaktadır. Bu havuzda ördekler, havuzun çevresinde de tavuskuşlarını görürseniz şaşırmayın. Eğer şanslıysanız, tavuskuşları size de bir gösteri sunacaklardır.


www.homemadetravels.com

www.homemadetravels.com

Wallenstain Bahçelerinde huzur bulduktan sonra, Charles köprüsünün (Karluv Most) kuzeyindeki ilk köprü olan Manesuv Köprüsü’nden Vlatava nehrinin karşı kıyısına geçtik. Bu köprüden, Charles köprüsü ve Prag kalesini fotoğrafladıktan sonra kıyıdan Charles köprüsüne doğru yürüdük.


www.homemadetravels.com

Biz de tam da bu nedenle, Charles köprüsüne doğru yürüdük. Köprüyü geçtiğinizde hemen sağ tarafta küçük bir pastane var. Pastanenin hemen önünde, “Trdlo” isminde bir çörek yapıyorlar.

Charles köprüsü üzerinde yer alan hediyelik eşya satıcıları, müzisyenler ve turist kalabalığı ile her zaman davetkar..

Yöresel bir yiyecek olduğunu düşündüğüm bu çöreği, eski kent merkezinde, paskalya panayırındaki büfelerde de yapıyorlardı. Sıcak sıcak bu çörekten alıp yiyebiliyorsunuz. Tatlı ve tarçınlı olan bu çöreği çok beğendim açıkcası, yanında bir de kahveyle nefis oluyor, şimdi olsa da yesem ...


Konumuza geri dönersek, trdlo ziyafetinden sonra, otelimize döndük, eşyalarımızı bıraktık, üstümüzü değiştirdik ve bu gecenin esas büyük organizasyonu olan “Roger Waters - The Wall” konserine doğru yola koyulduk.


Konser O2 Arena’da, metroyla ulaşım çok rahat, yaklaşık 20 dk. sonra konser mekanındaydık. O2 Arena, 18.000 kişi kapasiteli, konser, gösteri, spor karşılaşmaları ve benzeri bir çok etkinliğin düzenlenebildiği, Türkiye’de henüz bir örneği bulunmayan, bugüne kadar gördüğümüz en büyük konser mekanıydı.

Eşim Roger Waters’ın büyük bir hayranı olduğu için, biletimiz, en iyi yerden, yani sahne önündendi. Merak edenler için, sahne önü bilet fiyatı 2.490 CZK (104 €) idi. Roger Waters ve orkestra ile aramızda bir kaç metre vardı sadece. Konser tek kelime ile müthişti, bu organizasyona konser denirse tabii ki. Başından sonuna kadar, bir görsel şölen, bir sahne şovu vardı. Konserin adına yakışır bir şekilde, konserin ilk dakikalarından itibaren sahneye kurulmaya başlanan “duvar”ın, yıkılmasıyla son buldu konser. Duvarın üzerine yansıtılan animasyonlar, şarkılarla bütünleşen hikayeler ve daha neler neler, kelimelerle anlatması zor, gerçekten de yaşanması gereken bir deneyimdi bence. Bu konserden sonra ben de bir Roger Waters hayranı oldum diyebilirim..


Yaklaşık ikibuçuk saat süren bu görsel şölenden sonra, şehir merkezine geri döndük. Dönüşte bir büfede ayaküstü dilim pizza ile karnımızı doyurduk ve gecemizi otelimizin zemin katında yer alan barda, mojito (99 CZK – 4,10 €) noktaladık.

www.homemadetravels.com

www.homemadetravels.com

www.homemadetravels.com