Londra’da İkinci Gün

Londra’daki ikinci günümüzde planımız Tower Bridge ve Tower of London’dan başlamaktı. Otelimizden Tower Bridge yaklaşık 10 dakikada yürüdük.

Londra’nın sembollerinden birisi olan Tower Bridge, 1894 yılında tamamlanmış. Köprünün iki önemli özelliği var. İki kule birbirine bir yürüyüş platformu ile bağlı ve büyük gemilerin geçişi için köprünün yukarıya kalkabilen bir mekanizması var. Tower Bridge’in içini gezmek ve yukarıdaki yürüyüş platformunda yürümek isterseniz kişi başı 6,20 £ ödemeniz gerekiyor. Havanın soğukluğunu da göz önünde bulundurarak biraz içeride gezmenin iyi bir fikir olacağına karar verdik biz.

Köprünün ilk ayağından bir asansör ile yukarıya çıkıyorsunuz, burada bir animasyon filmi ile köprünün hakkında bilgi ediyorsunuz, sonrasında ise iki kule arasında yer alan ilk yürüyüş platformunda (doğu platformu) “Dünyanın En Harika Köprüleri” konulu sergiyi gezerken, Londra’nın iş merkezi olan Canary Wharf’ı görebilirsiniz. Bu sergide Boğaziçi Köprüsü’nü görmek bizi memnun etti açıkcası.

Foto Galeri 1

Doğu platformunu bitirip diğer kuleye geçtiğinizde yine köprü ile ilgili kısa bir film izleme şansınız var. Sonrasında dilerseniz, batı platformunda yürüyebilirsiniz. Bu taraftaki manzarada ise şehrin önemli binalarından St Paul Katedrali ve inşaa halindaki The Shard isimli gökdeleni görmeniz mümkün. Piramit şeklindeki görüntüsüyle dikkat çeken bu bina tamamlandığında 309,6 m. yüksekliği ile Avrupa’nın en yüksek binası olacakmış. Böylece İstanbul’daki Sapphire (261 m.) bu ünvanını büyük bir fark ile The Shard’a kaptırmış olacak. Batı platformda da “Modern Oyunlara ev sahipliği yapan Şehirler” konulu bir sergi yer alıyor. Bu sergi pek ilgimizi çekmediği için hızlıca yürüdük ve kuleden aşağıya indik.

İnerken karşımıza çıkan hediyelik eşya mağazasından, biraz pahalı (10,00 £) olsa da Tower Bridge önünde çekildiğimiz harika gece fotoğrafını almadan geçemedik. Kuleden çıktıktan sonra köprü üzerinde yürümeye devam ettik ve kulenin yapıldığı zamana ait orijinal buharlı makina dairesini gezdik. Böylece Tower Bridge gezimizi tamamlamış olduk

Sırada Tower of London vardı. Thames Nehri’nin kenarında yer alan Tower of London, şehrin en korku salan yapısı olması ile ünlü.

Kule, 1078 yılında, şehri koruyan bir kale, kraliyet sarayı ve suçluların hapsedileceği bir tutukevi olarak inşa edilmiştir. Ancak tutukluların gördüğü işkenceler ve burada yapılan idamlarla şehrin en korku salan yapısı olarak anılmaya başlanmıştır.

Tower of London kompleksi bir çok farklı yapıyı bünyesinde barındırıyor. White Tower, Medieval Palace, Bloody Tower, Waterloo Block, Chapel Royal bunlardan sadece birkaçı.

Kulenin turistler tarafından bir çekim merkezi haline dönüşmesindeki en önemli etkenlerden birisi, II Charles döneminden itibaren (1660-1685), kraliyet hazinesini oluşturan mücevherlerin (resmi törenlerde kullanılan taçlar, asalar, kılıçlar ) halka açık olarak sergilenmesidir. Mücevherler, Waterloo Block’ta sergilenmektedir. Kraliyetin gücünü ve zenginliğini temsil eden bu mücevherlerin içinde, dünyanın en büyük işlenmiş elması olan, 530 karatlık ilk Afrika Yıldızı, Haçlı Asa’nın üzerinde göz kamaştırmaktadır.

Beefeater ya da Yeoman Warder olarak isimlendirilen 35 muhafız kuleyi korumakla görevliymiş. (Burada “beefeater”ın sadece bir cin/bir içki markası olmadığını da anlamış olduk :)) Ancak günümüzde daha çok tur rehberi gibi görev yapıyorlar. Kulenin giriş kapısından 10:30 14:30 arasında her yarım saatte bir tura çıkıyorlar, kule ile ilgili efsaneleri, yaşanan olayları ve diğer detayları orijinal kıyafetleri içinde “Beefeater”lardan dinlemek oldukça keyifli. Aksanlı bir İngilizce ile hikayeler dinlerken, bir süre sonra zaten sanki “listening” dersindeymişiz gibi hissetmeye başlıyorsunuz. Turun biraz uzun sürdüğünü de belirtmek isterim, eğer çok fazla vaktiniz yoksa kendiniz  de dolaşabilirsiniz. Biz turun bir kısmını “Beefeater” ile yaptıktan sonra, gruptan ayrılıp kendimiz devam ettik.

ing1_5

Tower of London ile efsaneleşmiş bir de siyah kuzgunların hikayesi var. İnanışa göre, kulenin bahçesinde yer alan kuzgunlar kuleyi terkederlerse, kraliyet yıkılacak. Bu nedenle, zavallı kuzgunlar uçamasın ve kuleyi terk edemesin diye kanatları bedenlerine tutturulmuş.

Kuledeki turumuzu tamamladıktan sonra birşeyler atıştırmak ve biraz ısınmak için kule kompleksinin içinde yer alan New Armouries Cafe’ye oturduk. Yemekten sonra metro ile Hyde Park’a gitmeye karar verdik.

Foto Galeri 2

Hyde Park  o kadar büyük ki, parkın hangi tarafına gideceğinize karar verip ona göre metroya binmeniz gerekiyor. Biz parkın kuzey ucuna gitmeye karar verdik ve tube’dan Marble Arch’ta indik. “Marble Arch”, Buckingham Sarayı’nın ana girişi olarak tasarlanmış ancak, bir rivayete göre büyük arabaların altından geçememesi sebebiyle, bugün bulunduğu noktaya taşınmış. Bugün bulunduğu nokta ise, 1388- 1793 yılları arasında, Tyburn Darağacı olarak bilinen ve halka açık idam cezalarının gerçekleştirildiği alanmış.

Hyde Park, Londra’da yer alan kraliyet parkları içinde en büyüklerinden biridir ve 17. yüzyıl başında halka açılmış. Serpentine olarak bilinen göletin ikiye ayırdığı parkın devamı Kensington Gardens olarak adlandırılmış. Kensington Gardens ile birlikte toplam 253 hektarlık bir alanı kaplayan Hyde Park, bu kadar büyük bir metropolde insanların kaçış noktası.

Hyde Park ile özdeşleşmiş bir nokta var ki o da Speakers’ Corner yani “Serbest Kürsü”. Pazar günleri insanların serbestçe fikir ve düşüncelerini paylaştıkları bir nokta burası, parkın kuzeydoğu köşesinde, Marble Arch’a yakın, gitmişken görmekte fayda var.

Park o kadar büyük ki yürüyerek dolaşmanız imkansız. Bu noktada da karşınıza bisiklet kiralama noktaları çıkabilir. Barclays Cycle Hire” noktalarından bisikletinizi alabilirsiniz. Bisikleti almak için 1,00 £, sonrasında da kullandığınız süreye göre ücret ödüyorsunuz. Mesela yarım saate kadar bedava, 1 saate kadar  1,00 £. En güzel kısmı ise, şehrin farklı noktalarından aldığınız bisikletleri farklı noktalarda bırakabilmeniz. Biz Hyde Park’a giriş yaptığımız bir noktadan aldık bisikletleri ve yaklaşık 40 dakika tüm parkı turladık. Sonrasında da, parkın güneyinde Knightsbridge metro durağına yakın bir noktaya bisikletleri bıraktık.

ing1_9Hyde Park’tan sonra sıra Londra’nın meşhur departmant store’u olan Harrodsu görmekteydi. 1834 yılında kurulan ve lüks alışverişin önemli bir noktası olan Harrods’ta 330 farklı departmanda hemen hemen herşeyi bulmak mümkün. Alışveriş yapmasak da Harrods’ı gezmek güzeldi.

Mağaza içinde dolaşırken Mısır teması ile dekore edilmiş bir odadan çıkıp Prenses Diana ve Dodi Al-Fayed anısına düznelenmiş bir köşe ile karşı karşıya kalabilirsiniz. Farklı dekore edilmiş bölümlerden, bir odadan diğerine geçerek kayboluyor insan. Karışık bir planı var ama eminim bilinçli olarak böyle tasarlanmıştır, insanların içinde kaybolması ve daha çok vakit geçirmesi amacıyla.

Harrods’tan sonra metro ile Piccadily Circus’a gittik. Londra’nın önemli meydanlarından birisi olan Piccadily Circusyani Piccadily Meydanı günün her saati oldukça hareketli ve kalabalık. Burası bir meydan ama çok büyük değil, aynı zamanda bir kavşak. En önemli özelliği ise, yüzyıldan fazla bir süredir neon ışıklı reklam tabelalarına ev sahipliği yapması. Her meydanda olduğu gibi bir de heykel var tabii ki burada, Eros Heykeli. Heykelin çevresinde yer alan basamaklar da oturup etrafı izleyen ve laflayan gençlerle dolu.

ing1_10

günün devamını en kısa zamanda paylaşacağım…

Leave a Comment

Yandex.Metrica