yürüyerek lizbon (portekiz 3)

Sabah kahvaltısını evde yaparak güne başladık, ben kahvaltıyı hazırlarken eşim de bir gün önce kiraladığımız scooter’ı teslim etmeye gitti Scooter Solution’a saat 9:00’a kadar teslim etmemiz gerekiyordu bir 10 dk gecikmenin kimseye zararı olmaz zaten :)

Her ne kadar apartmanımızın girişini pek beğenmemiş olsak da otel yerine evde kalma fikrini oldukça sevdik. Kahvaltı sonrası bu kez yürüyerek Lizbon sokaklarını keşfe hazırdık.

Evimizin yer aldığı meydandan başladık geziye. “Lago do Carmo”. Meydanda bir de çeşme var, 1796 yılında yapılmış. Meydan, 1974 yılındaki Karanfil Devrimi sırasında önemli rol oynayan meydanlardan biriymiş.

Meydandaki en önemli yapı ise, 1389 yılında inşa edilen “Convento do Carmo / Carmo Manastırı” 1755 yılındaki büyük depremde büyük hasar görmüş. Manastırın çatısı çökmüş ve yıkım içeride dua eden birçok insanın ölümü ile sonuçlanmış. Hayatını kaybeden insanların anısına ve depremin verdiği büyük hasarı hep hatırlamak adına hiç bir zaman eski haline dönüştürülecek bir onarım yapılmamış. Günümüzde “Arkeoloji Müzesi” olarak hizmet veriyor. Biz müzeyi gezmedik, zaten dışarından da oldukça görkemli..

Meydanın hemen köşesinde “Santa Justo Asansörü” tabelalarını takip ederek, asansörün çıktığı üst terasa vardık ve bu noktadan manzarayı seyrettik. Neogotik tarzdaki bu asansöre Rua Agusto’yu dik kesen Rua de Santa Justa caddesinden biniliyor 5,0 €’ya.

Bir kat üstte merdiven ile çıkılan bir teras var, bu terasa çıkmak ise 1,5 €. Bence ikisine de para vermeye gerek yok. Zaten Carmo meydanından direkt terasa bedava ulaşabiliyorsunuz. Burada bir de manzaralı bir cafe var, soluklanmak isteyenler için. Ama bizim evimizin minik balkonunun manzarası daha güzeldi emin olun :)

Manzarayı seyrettikten sonra “Praça Rossio / Rossio Meydanı”na doğru yürüdük. Rossio Meydanı şehrin en büyük ve önemli meydanı, turistlerin ve yerel halkın buluşma noktası olarak da tanımlanabilir. Aynı zamanda “Praça Dom Petro IV” olarak da anılan meydanın ortasında Portekiz Kralı ve aynı zamanda Brezilya’nın ilk imparatoru olan Dom Pedro IV’in heykeli bulunuyor.

Meydandaki seyyar çilek satıcısından 1,5 € ya bir kap çilek aldık. Yıkamadan yemek konusunda benim gibi çekinceniz varsa, meydanda yer alan çeşmelerden yıkayabilirsiniz çileklerinizi :)

Rossio meydanında en az 4-5 kişi bize uyuşturucu satmaya çalıştı. Eşim dayanamayıp bir tanesine fiyat sordu, avucundaki küçük ot paketini gösterip 75 € dedi satıcı, biraz indirim yaparım gibi birşeyler söyledi ama biz kullanmıyoruz, sadece meraktan sorduk deyince uzaklaştı yanımızdan.

Rossio meydanından “Praça da Figueria/Figueria Meydanı “ ve sonra da “Praça Martim Moniz/Martim Moniz Meydanı”na geldik. Bir gün önce arabayı Avis’e teslim edebilmek için bu meydanlar arasında arka yollardan bir kaç tur atmıştık. Bence Lizbon yayalar için kolay bir şehir ara yollar ve kestirmeler var, arabalar ve diğer motorlu taşıtlar için ise tek yönler biraz sıkıntı oluşturuyor..

Martim Moniz Meydanı’na esas geliş sebebimiz, meşhur “28 nolu sarı tramvay”ın kalkış durağının bu meydanda bulunması. Eğer oturarak gezinmek isterseniz tramvayla, bu duraktan binmenizi tavsiye ederim. Her yerde olduğu gibi tramvayda da sıra vardı malesef. Tramvay sırası ne kadar uzun sürebilir ki sonuç olarak bir ulaşım aracı ve turistler dışında yerel halk da bu tramvayı kullanmıyor mu? diyerek girdik tramvay sırasına ve tam bir saat sürdü sıra !!!

Tramvaydaki yerimizi aldıktan sonra başladık etrafı seyretmeye.. Bizim İstiklal Caddesi’ndeki tramvayın bir benzeri olan bu tramvayın güzergahı daha uzun ve zaman zaman yokuş inip çıktığı sokaklar da var. Bir çok turistik noktadan da geçmesi sebebiyle turistler için popüler bir eğlence olmuş. Tramvayın güzergahını bir harita üzerinde sizinle paylaşayım istedim :) Tek yön yaklaşık 50 dk sürüyor.

Tramvaya binmeden önce nedense zihnimizde canlanan tramvayın ring yaparak çalıştığı şeklindeydi. Son durakta herkes inince anladık ki, inip tekrar bilet alarak binmek gerekiyormuş. Merkeze de uzak olduğumuzdan yürümeyi göze alamadık ve tekrar tramvaya bindik.

Dönüş yolunda insanlarla dolan tramvaydan “Rua Agusto” civarında indik. Bu cadde, Rossio meydanı ve sahilde yer alan Commercio meydanını birbirine başlayan bir yaya caddesi. Cafeler, hediyelik eşya mağazaları, canlı heykeller, sokak müzisyenleri.. Bir turistik caddede olması gereken herşeyi barındırıyor.

Karnımız acıktığından ve biraz da yorulduğumuzdan yemek için Agusto Caddesi’nde yer alan restoranlardan birine oturduk. Menümüzde, midyeli spagetti (13,50 €), 4 peynirli pizza (13,50 €), soda (2,30 €) ve bira (4,00 €) vardı.

Yemekten sonra Agusto Caddesi üzerindeki “MUDE (Museu do Design e da Moda/Tasarım ve Moda Müzesi) müzesine girdik. Müze, Commercio meydanına gelmeden hemen önce sol tarafta yer alıyor ve giriş ücretsiz. Daha öncekeleri bir banka binası olarak hizmet veren bir binada yer alan müze, Francisco Capelo koleksiyonunun Lizbon Belediye Meclisi tarafından satın alınmasıyla kurulmuş. Biz zemin kattaki sabit sergiyi gezdik, gezdiğimiz sırada, sadece zemin kattaki sergi açıktı, diğer katlarda da geçici sergiler düzenleniyormuş.

Zemin katta tarih sıralamasına göre 6 bölüm var: 1851-1914 (19. yy ortasından I. Dünya Savaşı’na kadar); 1914-1945 (I. Dünya Savaşı II. Dünya Savaşı arası), 1945-1960 (Savaş sonrası tüketim toplumu dönemi), 1960-1970 (Dünya’yı devrimselleştiren dönem), 1980-1990 (Postmodern dönem), 1990-2010 (Evrensel Tasarım).

Her dönemdeki önemli, Dünya’yı değiştiren olayların özetlendiği bilgilendirme panoları ve dönemin kıyafet ve mobilya tasarımlarını keyifle gezmek mümkün bu müzede. Jean Paul Gaultier, Versace,Yves Saint Laurent, Chanel, Pierre Cardin  tarafından tasarlanmış kıyafetler, Philip Stack, Le Corbusier gibi önemli tasarımcıların mobilyaları zamanda yolculuğa çıkaracak bu müze sizi.

Neler göreceksiniz bir kaç örnek paylaşayım:

BMW Isetta 300 – 1950’lerden gelen bu miniminnacık otomobil, oyuncak gibi çok şirin, kapısı önünde desemm ?!?!?!

Bocca Koltuk – 1970’lerin simgelerinden biri, sürrealism akımının bir sonucu.  Bu koltuk ilk olarak 1936’da Salvador Dali tarafından ünlü oyuncu Mae West’ten esinlenerek tasarlanmış olsa da, Studio 65 tarafından üne kavuşturulmuş bu koltuktan dünyada yaklaşık 1000 adet varmış.

Joe Koltuk – Yine 1970’ler ile sembolleşen bir beyzbol eldiveni şeklinde koltuk :)

MUDE’den çıktıktan sonra yavaş yavaş yürüyerek Barrio Alto ve Chiado semtlerinin sınırında yer alan “Praça Luis de Camoes / Luis de Camoes Meydanı”na doğru yürüdük. Bu meydan adını önemli Portekizli şairden alıyor ve meydanın ortasında bir de heykeli var.

Saat 16:00’te bu meydandan Lisbon Street Art turuna katılacaktık. Heykelin etrafındaki merdivenlere oturduk ve rehberimizi beklemeye başladık. Daha önce Londra’da benzer bir tura katılmıştık ve çok keyif almıştık. Bu sefer de Lizbon’da böyle bir tur bulunca katılmaya karar verdik.

Kısa bir bilgilendirmeden ve tanışma faslından sonra Street Art turuna Barrio Alto sokaklarından başladık, bu sokaklarda gördüğümüz bazı street art örnekleri

C215 – Fransız bir sanatçı

Revolution / Devrim

Yeri gelmişken, bu street art ile birlikte 25 Nisan 1975 tarihinde yapılan devrimin öneminden bahsetmek isterim. “Karanfil Devrimi” olarak da anılan bu askeri darbe, şiddet kullanılmadan gerçekleştirilmiş ve ülkenin diktatörlükten demokrasiye geçişini simgeliyormuş.

25 Nisan 1975’te radyoda çalınan bir şarkının içerdiği gizli sinyalle darbe yapılmış. Askerlerin ele geçirdiği Lizbon Çiçek Pazarı’nda bolca bulunan karanfiller, silah ve tank namlularına takılmış. Tüm Dünya’ya bu şekilde yayılan görüntülerle, Dünya Lizbon’daki bu devrimi “kafanfil devrimi” olarak anmaya başlamış. 1932’de yönetime geçen Salazar, diktatör yönetimini her ne kadar 1968’de yaşadığı sağlık sorunları nedeniyle Caetano’ya devretmiş olsa da, rejim “Salazar Diktatörlüğü” olarak anılmaya devem etiş ve 1974’te bu devrim ile sona ermiş. Portekiz’de,  25 Nisan günü “Özgürlük Günü/Dia da Liberdade” olarak kutlanmaya devam ediyormuş.

Street art turunda sırada  “Elevador de Santa Justa/Santa Justa Füniküler”inin olduğu kısım var. Burada devlet tarafından desteklenen ve yasal olan street art’ları gördük. “Galeria de Arte Urbana/Street Art Galerisi” Kültürel Miras Müdürlüğü’nce desteklenen bir birim.

Yasal olarak yapılmış olan street art’lardan en dikkat çekenlerden birisi “Last Supper / Son Akşam Yemeği” isimli resimdi, devlet adamları, bankacılar ve politikacıların bir masanın etrafında ülkeyi yedikleri bir resimdi bu, diğer bir değişle sıfırlama operasyonu !! Bu resimdeki bazı kişiler şu an hapisteymiş.. Şimdi düşünün, böyle bir street art’ın yapılmasına yasal olarak izin veriliyor ve şehrin turistik noktalarından birinde duruyor ve politikacılar buna ses çıkarmıyor, ülkemizde bu günleri görebilecek miyiz Allah’ım?

“Son Akşam Yemeği”nin yanında ise ismini hatırlayamadığım bir başka yasal street art vardı. Bunda ise anlatılan, dikkati futbol, facebook ve twitter  ile dağılmış olan halkın bu halinden faydalanıp, paralarını çalan politikacılar anlatılıyordu.

Turumuza yürüyerek devam ettik. Lizbon sokaklarındaki street art’lardan seçmeler paylaşıyorum şimdi …

Street Art turunu Rossio meydanında tamamlayacaktık. Meydana gelmeden önce “Avenue da Liberdade/ Özgürlük Bulvarı“ndan geçtik. Bu bulvar, Lizbon’daki önemli bulvarlardan biri, 90 m genişliğinde ve 1100 m uzunluğunda, 10 şeritli arada yaya yolları ve bahçelerinde olduğu bir bulvar. Chanel, Dior, Gucci, Louis Vuitton, Prada gibi mağazalarında yer aldığı bu bulvar Lizbon’da lüks alışverişin merkezi.

Özgürlük Bulvarı’ndan sonra biraz yokuş tırmandık ve çok keyifli bir bahçeye vardık: “Jardim do Torel” aynı zamanda bir manzara noktasıydı bu küçük park: “Miradouro do Torel” Parkta gelişi güzel yerleştirilmiş tek kişilik ayak uzatma yeri de bulunan banklardan neden Türkiye’de yok?? Peyzaj mimarları duyun sesimi :) İşte tam da böyle şehir mobilyalarına ihtiyacımız var :)

Özgürlük Bulvarı’nın bir arka paralelinde yayalaştırılmış bir cadde olan “Rua das Portas de Santo Antao / Santo Antao’nun Kapıları Sokağı”ya vardık. Burada turumuzun son street art’ı olan Portekiz’in Fado’sunu tüm dünyaya tanıtan “Amalia Rodrigues”i resmeden bir street art’tı. Bu güzel resim önündeki siyah çöp poşetlerinin yarattığı tezatlığa diyecek söz yok ne yazık ki.. Bir çok street art’ın kaderinde var bu durum.

Amalia Rodrigues’i resmeden bir street art ile turumuzu noktaladık, rehberimiz Graciela ile vedalaştık. Bu arada Graciela, yaklaşık 7 ay Türkiye’de yaşamış, aaa İstanbul’da mı yaşadın diye sorunca hayır Manisa’da cevabını alınca oldukça şaşırdık. Manisa’da İngilizce öğretmenliği yapmış. Türk mutfağını ne kadar özlediğinden bahsetti bize de, oldukça sempatik biriydi.

İki saati biraz geçen bu turun bir bedeli olmalı elbette. Genelde bahşiş usulü çalışıyor sistem, gördüğümüz kadarıyla diğer katılımcılar kişibaşı 10-20 € arasında bir bedeli uygun buldu. Zaten kişiye özel turu, kişibaşı 20 €’ya yapıyorlar, grup turu için kişibaşı 10 € bizce uygundu.

Graciela’ya teşekkür edip Portas de Santo Antao sokağında dolaşmaya başladık. Bu sokak da trafiğe kapalı, hediyelik eşya mağazaları, dışarıya masalarını dizmiş restoranlar ile oldukça turistik. Street art turu bizi yormuş olduğu için biraz da karnımız acıktığından akşam yemeğini erken yemeğe karar verdik, “Inhaca” isimli restorana oturduk.

Aslında aklımızda başka başka restoranlar vardı arkadaşlarımızdan tavsiye aldığımız ama restoran işi böyle oluyor, aç ve yorgunken güzel görünen bir restorana oturuyor insan.

Yemekte meşhur Lizbon sardalyasından denemeye karar verdik. Izgara sardalya (6,90 €), ızgara ahtapot (13,00 €) ve sarımsaklı kalamar (8,50 €), bira (3,20 €) vardı, yemekten önce gelen ekmek, tereyağ ve peynir için ise 5,10 € ödedik. Bu yemek ile ilgili ilginç not, balıkların temizlenmemiş olmasıydı. Biri bu avrupalılara öğretsin artık!! Pişirmeden önce balıkların iç organlarının temizlenmesi gerek.

Yemek sonrasında yine aynı caddede, Portekiz ve Lizbon’a özel yerel vişne likörü olan Ginjinha barlarını gördük. Bunlardan birisi “Ginjinha Sem Rival” diğeri ise “A Ginjinha”. Her ikisi de geleneksel yöntemlerle ginjinha üretmeye devam eden küçük şirin işletmeler. Bizim gibi meraklı turistler ve yerel halk geçerken 1,20 €’ya karşılığında bir shut ginjinha içebilirler. Biz “Ginjinha Sem Rival”den aldık ginjinhamızı. Tezgahta duran şişeler içerisinde vişneler yüzüyordu, uzaktan vişneleri zeytine benzettiğimizi de söylemeden geçemeyeceğim. Shutlarımızın içerisine birkaç tane vişne tanesi de nasip oldu bu arada :)

Yavaş yavaş eve doğru yürüdük, evde dinlenip enerji depoladıktan sonra gecelere akmak üzere dışarı çıktık. Hedef tabii ki de Lizbon gece hayatının merkezi Barrio Alto sokaklarıydı. Yavaş yavaş dolmaya başlayan sokaklarda gençler kızlı erkekli ellerinde bira bardaklarıyla sohbet halindeydi. Ufak ufak barların neredeyse hepsi sokağa açılan bir pencere ile içki servisi yapmaktaydı.

Bu sokaklarda bir de hediyelik eşya satan güzel bir mağaza gördük, farklı karo seramik desenlerinden oluşan Lizbon kupamızı da buradan aldık :)

Sokaklarda biraz gezindikten sonra geceye Fado ile başlamaya karar verdik. İlk önce aklımızdaki mekan “Ageda Machado”ydu. Kapıdan baktık içerisi full görünüyordu ve çok şıktı, herkes yemek yiyordu bir yandan da fado performansı devam ediyordu. Baktık burası biraz ağır kaçacak, başka bir yer denemeye karar verdik ve böylece sokağın sonundaki “Cafe Luso”yu seçtik. İçerisi kalabalıktı ve sıra vardı, rezervasyonlu olan masaları önce alıyorlardı. Yemek yemeyeceğimizi, sadece birşeyler içmek istediğimizi söyledik, kişi başı 16 €’luk bir harcama yapmak gerekiyormuş. Bize uyar dedik ve masadaki yerimizi aldık.

Saat 11:00’e doğru ışıkların kısılmasıyla canlı müzik başladı. Diğer akşamlarda dinlediğimizden farklı olarak bu kez iki gitara bir de konturbas eşlik ediyordu. İlk önce bir kadın sanatçı, sonrasında bir erkek sanatçıyı dinledik. Üçüncü olarak ise oldukça yaşlı bir nine sahne aldı, maşallah kendisine, yaşına göre oldukça iyi bir performans sergiledi.

Mekanın içi, dekorasyonu gayet güzeldi ancak, fadoya saygı diğer günlerde gittiğimiz melanlara göre çok azdı. Etrafta gezinen garsonlar bir yandan da servis yapıyorlardı, ortam böyle olunca yemek yiyen insanlar da kendi aralarında sohbete devam ettiler. Sonuç, önceki gecelerdeki kadar keyif alamadık fadodan. Fiyatlar nasıldı derseniz biralar 7,00 €’ydu. Kişibaşı 16,00 €  ödeyeceğimiz için, yaklaşık bu hesaba gelecek şeyler seçtik menüden. Ben tek kişilik sangria (17 €) istedim küçük bir karafta geldi, eşimde küçük şarap (15 €) söyledi. Saat 12:00’yi biraz geçe bu kadar fado yeter diyerekten Cafe Luso’dan ayrıldık ve kendimizi Barrio Alto sokaklarına attık.

Herhalde yurtdışında Rio’daki Lapa sonrası en kalabalık sokak eğlencesini burada gördük. Asmalımescit ya da Nevizade ile yarışabilecek bir kalabalıktan söz ediyorum.. Birbirini kesen sokaklar, sokaklarda küçük küçük barlar, herkes sokakta barlar bomboş ! Barların bir de dışarıya açılan küçük servis pencereleri var. Bira 1 €, mohito vb kokteyller 3,5 €’dan başlayan fiyatlarla. İçeceklerde kıyafet bedenleri gibi S, M, L, XL boyutları var :)

Tüm insanlar sokaklarda, ellerinde içkiler, barlardan yükselen müziklerle sallananlar, sokaklar arasında tur atanlar, yorulup kaldırıma oturanlar.. Gençlik Barrio Alto sokaklarında !

Tabii ki boş bardakların sıralandığı komik görüntüler görmek de mümkün sokaklarda :)

Gündüz Rossio sokaklarında gördüğümüz uyuşturucu satıcılarından Barrio Alto sokaklarında da vardı, ama hiç ısrarcı satıcılar değil, bir kere sorup hayır yanıtını alınca uzaklaşıyorlar yanımızdan..

Biz de elimizde biralarımız sokaklarda turladık, yorulunca kaldırımlara oturduk.. Saat 2:00’yü gösterirken bu gecelik bu kadar yeter diyerek, Lizbon’daki evimizin yolunu tuttuk..

Leave a Comment

Yandex.Metrica