Beyrut’u geziyoruz…

Sabah 8:15’te kalktık, kahvaltıya indik. Kahvaltı açık büfeydi ve oldukça güzeldi. Avrupa’daki otellerde bulamayacağınız, domates, salatalık ve zeytin vardı, peynir-reçel çeşitleri ve Lübnan mutfağına özgü bir pizza (Manoushe ya da Thym Pie) çeşidinin minik versiyonları vardı kahvaltıda.

Lbn2_2

Saat 9:00’u biraz geçerken otelden çıktık ve kendimizi Beyrut sokaklarını keşfetmeye adadık. İlk önce otelimize çok yakın olan Turist Info’ya uğradık. Şehirle ilgili harita ve broşürlerle, bize çok yardımcı olan görevli bayandan bilgiler alıp, bizden bir hatıra olarak Türk bayrağı çıkartması hediye ettik. Rotamızı şehrin merkezi olan Downtown bölgesine doğru çevirdik.

Downtown adı üzerinde şehrin merkezi ve şehre ait önemli yapılar bu bölgede yer alıyor.

Downtown iç savaş sırasında çok zarar görmüş ve burada yer alan binaların neredeyse tamamı aslına uygun olarak yenilenmiş. Bu yenileme de 2005 yılında suikasta kurban giden; iki kez Lübnan başbakanı olan ve 2002’de dünyanın en zengin 4. kişisi olarak listeye adını yazdıran Refik Hariri’nin şirketi “Solidere” tarafından yapılmış. Solidere Fransızca bir dizi kelimenin baş harflerinden oluşan bir kısaltma: “Société libanaise pour le développement et la reconstruction de Beyrouth” yani “Beyrut’un geliştirilmesi ve yeniden inşaa edilmesi için kurulan Lübnan şirketi”.

Foto Galeri 1

Zaten zengin olan Refik Hariri’nin savaş sırasında harabeye dönen binaları ucuz fiyatlara aldığı ve savaş sonrasıda yenileyerek, yüksek fiyatlara satıp zenginliğine zenginlik kattığı söyleniyor. Ülkesini yenileme ve geliştirmeye çok emek harcadığını düşünenler kadar, bu işler sebebiyle fırsatçılık yaptığını düşünenler de var. Yani seveni de çok söveni de..

Solidere neler yapmış merak ederler için skyscrapercity’de birçok önce ve sonra fotoğrafı var, ben de zaten bir kaç tane örneği burada paylaştım.

Downtown’da görülmesi gereken yerler,  Place d’Etoile ya da Nejmeh Meydanı olarak anılan saat kulesinin yer aldığı meydan ve bu meydanın çevresinde yer alan yapılar ve Beirut Souks yani Beyrut Çarşısı.

Camii ve kilise yoğunluğunun bu kadar yüksek olduğu bir alan şimdiye kadar görmediğimi düşünüyorum. Bu meydanın yakın çevresinde üç camii: “El-Ömer Camii”, Amir Assaf Camii ve Muhammed El-Emin Camii ve üç kilise var: “St. Elias Katolik Kilisesi, St. George Ortadoks Kilisesi, St. George Maronite Katedrali.

Günümüzde yaklaşık %50-50 civarında olan Hristiyan-Müslüman nüfus dengesinin bir göstergesi belki de her iki dine de hizmet eden ibadethanelerin sayısının eşitliği.

Ancak tüm bu yapılar içinde en görkemlisi hangisi diye sorarsanız Muhammed El-Emin Camiiderim. Mavi kubbeleri ile kendini her yerden gösteriyor. Sultanahmet Camii’ne benzetildiğini söylüyor rehber kitabımız ama bence bu benzerlik Sultanahmet Camii’nin turistler tarafından Blue Mosque olarak anılması ve bu camiinin kubbelerinin mavi olmasından kaynaklanıyor. Yoksa Sultanahmet Camii kadar görkemli asla değil..

Yürüyüş rotamız “Wygand Caddesi üzerinden olduğu için Nejmeh Meydanı’ndan önce Beyrut Çarşısı’na (Beirut Souks) uğradık. Burayı nedense Kapalı Çarşı gibi eski bir yapı olarak canlandırmıştım gözümde ama yarı açık konseptte oldukça modern bir alışveriş merkezi çıktı karşımıza. Beyrut Çarşısı’nda birçok uluslararası markanın mağazası var.

Lbn2_7

Çarşının kuzey çıkışındaki meydanda bir “Organik Pazar” ve çeşitli ülkelerin mutfaklarından lezzetlerin satıldığı bir renkli pazar karşıladı bizi. Daha sonra sadece Cumartesi günleri kurulduğunu öğrendik pazarın. Bir limonata alıp serinleyerek gezimize devam ettik Nejmeh Meydanı’na doğru.

Oldukça Avrupai olan Nejmeh Meydanı’nda, meydana bakan cafelerde nargile ya da kahve molası verilebilir ama biz henüz yorulmadığımızdan meydanın arkasındaki Roma harabelerinin yanından yürümeye devam ettik. St. George Maronite Katedrali’nin yanından geçtik ve Muhammed El-Emin Camii’nin girişine ulaştık. Camii’nin içine girmeden önce ben siyah çarşaflara büründüm. Camii’nin içi güzel ama yine Sultanahmet Camii ile yarışamaz.

Lbn2_8

Muhammed El-Emin Camii’nin hemen yanında Ramazan çadırına benzer bir çadır vardı. Lübnan için oldukça önemli olan “Refik Hariri’nin mezarı”nın neden bu kadar derme çatma bir yapı içinde olduğuna anlam veremedik ve içine girmedik.

Sırada Martyr’s Meydanı ve Martyr’s Anıtı vardı. İç savaş sırasındaki çatışmalardan nasibini almış heykel üzerinde oldukça fazla kurşun deliği var.

Beyrut ile ilgili ön araştırmalarda bir çok blogta arka fonda Muhammed El-Emin Camii’nin mavi kubbesi önde Martyr’s Anıtı’nın yer aldığı fotoğraf görmüştüm, benzer bir kare çekmek bize de farz olmuştu :)

Lbn2_9

Saifi Village’dan sonra Rue Gourouda doğru yöneldik. Bu cadde Beyrut gece hayatının merkeziymiş. Biz öğlen saatlerinde Rue Gouroud’da olduğumuz için pek bir hareket yoktu. Caddedeki binaların çoğu da Downtown’daki yenilenen binaların aksine bakımsız durumdaydı, elektrik kabloları sokağı süslüyordu, duvarlar da yazılarla doluydu…

Caddenin sonuna kadar yürüdükten geri döndük ve öğle yemeği için Le Chefe oturduk. Le Chef, Lübnan mutfağından yemekler sunan bir esnaf lokantası. Meze çeşitleri sabit olsa da ana yemeklerde günlük değişen bir menüsü var.

Lbn2_11

Başlangıç olarak meze çeşitlerinden humus, fava ve muttabal söyledik. Humus ve favayı zaten biliyoruz, mutabbal ise tahinli patlıcan ezmesi.

Fava alışkın olduğumuzdan biraz farklı geldi, biraz sulu ve ekşiydi. Mezelerin her biri 4.000 LL – 5 TL’ydi. Bir de yeşillik tabağı geldi, nane, yeşil soğan ve minik turplarla dolu, leziz :)

Ana yemek olarak ben Lübnan mutfağından “tavuklu- çerezli pilav” seçtim, eşim de “et şiş” yedi. Su, soda ve bir bira içtik yemekte. Bir esnaf lokantasında içki servisi olması alışkın olmadığımız bir durumdu. Yemeklerimizin hepsi de çok lezzetliydi. Benim pilavsa biraz iç pilava benziyordu. Hesap toplam 42.000 LL – 50 TL geldi

Bu arada garsonumuz bizim Türk olduğumuzu hemen anladı, Vedat Milor’u da yakından tanıyormuş, benim youtube’da videolarım var dedi. Biz de İstanbul’a dönünce izleriz dedik. Yemek bitene kadar bize “İstanbul” diye hitap etti: “hoşgeldiniz İstanbul, istediğiniz başka birşey var mı İstanbul?, güle güle İstanbul..” Vedat Milor’un da adını ağzından düşürmedi hiç. Biraz da hiperaktif olduğunu düşündüğüm garsonun devamlı kapının önünden geçen turistlere kendine has melodik şekilde “welcome” diye seslenmesi de oldukça sempatikti..

Yemek molasından sonra şehri keşfe yani yürümeye devam ettik. Martyr’s Meydanı’ndan Beirut Souks’a oradan da sahile Zaitunay Baye yani marinaya doğru yürüdük. Marina oldukça yeni inşa edilmiş, yanyana restorantlar, cafeler, yürüyüş yolları ve lüks tekneler ile oldukça keyifli ve modern bir yer.

Marina’ya bakan yüksek katlı rezidanslar ve oteller yer alıyor hemen arkada. Marina’daki peyzaj da oldukça hoş tasarlanmış…

Lbn2_12

Lbn2_13

Marina’nın bu modern hali ile tezatlık yaratan yapı ise üzerindeki kocaman Stop Solidereafişi ile metruk durumdaki St. Georges Oteli. 1930’lu yıllarda Fransız egemenliği döneminde faaliyete geçen St. Georges Oteli, Beyrut’un yenilenmesinde en büyük işleri yapan Solidere firması ile anlaşmazlığa düşmüş. Web sitesinde konuyla ilgili detaylı bilgi var. Savaş sırasında işgal edilen ve çatışmalara maruz kalan bu otel, inatla yenileme yapmıyor/yapamıyor.

Otelin hemen yanındaki St. Georges Yat Club ise havuzu ile günlük ziyaretçilere hizmet veriyor. Şehirde serinlemek isterseniz, haftaiçi 35.000 LL – 42 TL, haftasonu ise 45.000 LL – 54 TL ödemeniz gerekiyor.

Marina’dan sonra istikametimiz Beyrut’un kordonu, yani Cornichedi. Paris Caddesiolarak da bilinen bu sahil yolu, geniş kaldırımı, güzel bankları, palmiye ağaçları ile oldukça keyifli. Sahilde balık tutanlar, denize girenler, spor yapanlarla doluydu Corniche.

Kayalıkların üzerinde nargile keyfi yapanlar da vardı mayolarıyla. Ancak deniz pek de temiz görünmüyordu..

Sahildeki mozaik banklardan birinde kısa bir mola verdiğimiz sırada, ayakkabı boyacısı bir çocuk ısrarla spor ayakkabılarımızı boyamak istedi :) aynı İstanbul’dakiler gibi..

Corniche’te gidiş – geliş bölünmüş bir ana caddeden sonra da apartmanlar başlıyor, bazılarının altında kafeler olan. Biz deniz kenarında oturmak istediğimizden, deniz fenerine kadar yürüdük,Manara Palace Cafede oturduk ve yorgunluğumuzun acısını çıkardık. Fiyatlar ise şu şekildeydi: Cappucino – 5.000 LL – 6 TL, soda 5.000 LL – 6 TL, karışık meyve suyu 7.000 LL – 8,5 TL, su 1.500 LL – 1,8 TL.  Nargile sevenler burada Akdeniz’e karşı nargile keyfi de yapabilir…

Molanın ardından, Beyrut’un önemli turistik noktalarından biri olan Rouche Rocks yani Güvercin Kayalarına doğru yürüdük.

Deniz fenerinden Güvercin Kayaları’na olan yol, yürümek için çok keyifli değil, biraz yokuş ve denizden içerde kaldığı için de bir manzarası yok, neyseki çok uzun değil. Acaba taksiye mi binseydik derken zaten kayaların yer aldığı Rawcheh bölgesine ulaştık.

Lbn2_14

Güvercin Kayaları’na bakan sıra sıra kafe ve restoranlar var. Günbatımı için ideal olabilir. Bu bölgede ayrıca denize karşı yüksek lüks apartmanlar ve oteller de yer alıyor.

Sahilde bir süre yürüdükten sonra akşam yemeği öncesi biraz dinlenmek ve hazırlanmak üzere Hamra Caddesi’ne ve otelimize dönmeye karar verdik.

Hamra Caddesi’nde bir hediyelik eşya mağazasına rastlayınca sevindik. Zira sabahtan beri tüm turistik noktaları geziyor olmamıza rağmen Beyrut ile ilgili bir hediyelik eşya alabilmiş değildik. Gezdiğimiz yerlerden magnet, shot bardağı ve sallayınca kar yağar gibi olan kürelerden alırız hep. Oldukça basit turistik hediyelikler yani.. Bu mağazadaki hediyelikler oldukça kötüydü ama sabahtan beri rastladığımız ilk hediyelik eşya mağazası olması sebebiyle resmen kendimizi birşeyler beğenmeye zorladık, bir magnet ve bir shot bardağı seçtik. Hamra Caddesi’nin bir arka sokağında yer alan otelimize geldik.

Tüm gün Beyrut sokaklarını arşınlamaktan yorulmuştuk, İstanbul’a dönünce bu yürüyüşümüzün 14,5 km. olduğunu hesapladım. Yürüyüş güzergahımıza Beyrut day1.kmz dosyasından ulaşabilirsiniz.

Otelde biraz dinlenip, kendimize geldikten sonra saat 20:00 civarında yine yollara düştük. Hedefimizde akşam yemeği için Abdel Wahab vardı. Sonrasında ise Beyrut gece hayatını önemli merkezlerinden Gemmeyze, Monot Caddesi ve gündüz gezdiğimiz Gouroud Caddesi.

Taksiye mi binsek acaba diye düşünürken, önümüzde bir minibüs durdu yolcu indirmek için, baktık 4 numaraydı. Sabah uğradığımız turizm bürosundaki görevli 4 numaralı minibüsle şehir merkezine gidebileceğimizi söylemişti. Kısa bir kararsızlıktan sonra bindik minibüse ve Muhammed El-Emin Camii’nin köşesinde indik. Kişibaşı ücret 1.000 LP – 1,2 TL. Minibüsten indikten sonra yürüyerek Abdel Wahab’a gittik.

İki katlı olan restoranın üst katı teras şeklinde, yeşillikler içinde çok şık görünüyordu. Üst katta 2 kişilik bir masa istedik, rezervasyonumuz yoktu ancak 2 kişi olmanın avantajını kullandık ve masamıza yerleştik.

Başlangıç olarak yine Lübnan mutfağından seçim yaptık: muttabal (tahinli patlıcan), fattouch (kızarmış lavaşlı salata), tabbule (maydanoz ağırlıklı salata) ve kebbeh (içli köfte). Ana yemek olarak, patlıcanlı kebap ve karışık ızgara söyledik. Tüm bu yemeklerin yanında, Lübnan’ın rakısı Arak istedik.

Ana yemekler 17.000-39.000 LL (20-46 TL), başlangıçlar 7.000-10.000 LL (8-12 TL) aralığında, büyük arak 60.000 LL – 71 TL, ¼ Arak ise 26.000 LL – 31 TL’ydi. Yemeklerden önce Arak geldi, bir de atıştırmalıklar, zeytin, fıstık, bir çerez daha ve erik.

Lbn2_15

Arak’ın tamamı sürahide karıştırılıp servis ediliyor rakının aksine. Bardaklar ise bizim rakı bardaklarının kısası şeklinde.Yemeklerimizi bir güzel yedikten sonra büyük bir meyve tabağı geldi masamıza, pek yerimiz kalmadığından meyve ya da tatlı yemedik, Türk kahvelerimizi içtik sadece. Abdel Wahab’daki bu lezzetli yemeğin hesabı 108.000 LL – 130 TL geldi.

Yemekten sonra Monot Caddesi’nde yürüdük. Güya bu cadde, Beyrut gece hayatının en önemli caddelerinden biriydi. Saat 23:00’ü geçmişti ve Monot Caddesi’nde bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar mekan vardı, mekanlar da Monot Caddesi gibi oldukça sakindi :(

Bizde gece hayatının bir diğer merkezi sayılan Gemmeyze’ye Gouroud Caddesi’ne gitmeye karar verdik. Gouroud Caddesi, Monot Caddesi ile karşılaştırıldığında oldukça kalabalık sayılırdı. Caddede trafik adım adım ilerliyordu, arabalardan müzik sesleri yükseliyordu. Caddedeki barlar açılmıştı, bir kısmındaki eğlence sokağa taşmıştı. Biraz turladıktan sonra Spoon Bar’a oturduk ve birer bira söyledik (bira 8.000 LL – 9,5 TL).

Günün yorgunluğu ve sabah erken kalkacak olmamız sebebiyle çok geç kalmadan otele dönmeye karar verdik. Downtown’u bir de gece görelim diye Beirut Souks’a kadar yürüdük. Bu arada Muhammed El-Emin Camii’ni gece de görmüş olduk.

Downtown pek haraketli değildi, saat de 2 olmuştu, taksiye atlayıp otelimize döndük. Tabii ki taksiye binmeden önce pazarlık yaptık, Beyrut içinde 10.000 LL – 12 TL’ye birçok yere ulaşabileceğimizi okumuştuk. Taksici 10 usd istedi, biz de 10.000 LL dedik, anlaştık.

Gece club’larına gitmediğimizden, çok da clubber olmadığımızdan Beyrut’un o meşhur gece hayatını tam olarak gördük diyemeyeceğim. Ancak gece hayatının en canlı olduğu tüm caddelere gittik. Genel olarak fikrimiz konunun biraz abartıldığı yönünde. Sabahlara kadar süren bir eğlence ve rahat bir ortam sunması belki de Beyrut’u bu kadar popüler kılan.

Gitmek isteyenler için gece klüplerinden, Music Hallve B018 en çok adını duyduklarımızdı. Birkaç günümüz daha olsaydı mutlaka birini denerdik ama sadece iki günlüğüne gelince Beyrut’a sabahlara kadar eğlencesini göremedik..

Leave a Comment

Yandex.Metrica