Scooter ile Barcelona

Barcelona’daki ikinci günümüzde motorsiklet kiralamaya karar vermiştik. Hem hava çok güzeldi, hem de şehri yer altından metroyla gezmek yerine motorsiklet ile keşfetmek daha kolay ve eğlenceli olacaktı.

esp2_2Scooter kiralayacağımız dükkana gitmek için otelimizin hemen karşısındaki Paralel durağından metroye bindik ve Passeig de Garcia durağında indik. Barcelona’nın metro ağı da oldukça geniş ve pratik. Metro biletleri tek yön 2,0 €

Scooter’ı “Barcelona Moto Rent” firmasından kiraladık, günlük 45 €’ya. İnternette fiyatlar daha makul görünüyordu fakat kask, bagaj, kilit vs. fiyata eklenince toplam maliyet daha yüksek oldu, yine de Barcelona’da pazar günü açık olan bir motor kiralama firması bulmak çok iyi olmuştu.

Scooter’ımıza yerleştikten sonra bir süre tek yön caddelerle mücadele ettik, trafik sistemine alışmaya çalıştık. Bu noktada devreye Pocket Guide girdi. Kesinlikle her seyahat öncesi ilgili şehirlerin rehberlerini telefonunuza indirmenizi tavsiye edeceğim offline çalışan bir uygulama. GPS’ten konumuzunu alıyor böylece, haritada rotanızı çiziyor, gideceğiniz yere kaybolmadan ulaşabiliyorsunuz. Ayrıca şehirlerdeki önemli turistik noktalar ile ilgili bir çok faydalı bilgi içeriyor.

Scooter’ımızla ilk olarak “Sagrada Familia”ya gittik. Saat henüz erken olmasına rağmen Sagrada Familia’ya giriş için bilet kuyruğu çok uzundu. Burada beklemek yerine biletleri sonraki günler için online olarak alıp Sagrada Familia’yı bir başka güne bırakmaya karar verdik. Size de tavsiyem bu yönde vaktinizi uzun bilet kuyruklarında harcamamak için online bilet alın.

Sagrada Familia sonrasında sıra yine bir Gaudi eseri olan “Park Güell”deydi. Burayı ilk kez 2005 yılındaki Barcelona seyahatimde gezmiştim ve çok beğenmiştim. Parkın girişinde yer alan iki bina tamamen şekerden yapılmış sanki, fazlasıyla masalsı bir park Park Güell  :)

esp2_3

Park Güell bir gün önce evini gezdiğimiz zengin sanayici Eusebio Güell’in Gaudi’ye yaptırdığı bir başka proje. Aslıda projenin ilk çıkışı, 1900 yılına dayanıyor.

Eusebio Güell,  İngilizler’in “garden city – bahçe şehir” hareketinden etkilenerek Gaudi’den özel bir site yapmasını istiyor. Böylece bugünkü Park Güell’de 60 müstakil evden oluşacak lüks bir site planlanıyor. Ancak bu evlerden sadece ikisi inşaa ediliyor. Birisi örnek ev olarak tamamlanıyor, ancak hiç alıcı çıkmayınca Gaudi bu evi kendisine alıyor ve babası ile bu evde 20 yıl boyunca yaşıyor. Şu anda bu ev müze olarak hizmet veriyor.

Finansal açıdan başarısız olması, projenin iptal edilmesi ile sonuçlanıyor. Ancak finansal açıdan her ne kadar başarısız olursa olsun bence dünyadaki en iyi tasarlanmış park burası.

Girişteki iki küçük masal evinden sonra merdivenlerde parkın sembolü haline gelen iguanalı havuz yer alıyor. Merdivenlerden sonra sütunlu salon karşılıyor insanı bu salonun üzerinde ise oldukça geniş bir meydan yer alıyor. Meydanın çevresi yılan  gibi s’ler çizen banklarla sınırlanmış.

Mozaik taşlarla kaplı beton bir bank bu kadar rahat olabilir mi diye düşünmeden edemiyor insan sırtını eğimli yüzeye dayadığında..

Bu parka gelmişken Gaudi’nin evini gezmeden dönmek olmaz diye düşündük. Zengin işverenlerine tasarladığı binaların ve evlerin aksine sadeydi Gaudi’nin kendi evi, giriş 5,5 €.

Parkta biraz daha dolaştıktan sonra parkın kapısında yer alan ve şu an hediyelik eşya mağazası olarak faaliyet gösteren masalsı evleri gezdik. Üst kat, merdivenlerin ve parkın girişinin fotoğrafını çekmek için ideal benden söylemesi..

Park Güell sonrasında “Montjuic” tepesine doğru çevirdik rotamızı. Adı üstünde bir tepede yer alan Montjuic, 1929 Uluslararası Sergisi’ne ev sahipliği yapmış ve 1992 yılı Olimpiyatları ile önem kazanmış. Tepelik olduğu için yürüyerek dolaşmak pek mümkün değil, scotter ile ise çok kolay :)

Bence bölgenin en görkemli kısmı Plaça d’Espanya yani “İspanya Meydanı” ve arkada görünen Font Magica (sihirli havuz) ve Palau Nacional(Ulusal Saray)

Plaça d’Espanya’dan, Montjuic’e doğru bakıldığında iki çan kulesi görünüyor. Bu kuleler Venedik’teki San Marco Meydanı’nda yer alan Campanile örnek alınmış.

ünümüzde Museu Nacional d’Art de Catalunya yani “Katalonya Ulusal Sanat Müzesi” olarak hizmet veren “Palau Nacional” (Ulusal Saray) ise oldukça görkemli bir yapı. Biz müzeyi gezmedik ancak, meraklılar için belirtmekte fayda var: şehrin en önemli sanat kolleksiyonu buradaymış.

esp2_4

Font Magica, ışık ve su gösterilerine sahne oluyor…

Ulusal Saray’ın girişinde yer alan cafede oturup biraz soluklandıktan sonra olimpiyatlara ev sahipliği yapan stadyumun yanından geçerek, Castell de Montjuic” (Montjuic Kalesi)’ne gittik. Güzel bir manzaraya sahip kaleden birkaç fotoğraf çektikten sonra günün sıcaklığını atmak üzere plaja gitmeye karar verdik.

Barcelona sahillerine geçmeden önce Montjuic’te yer alan ve bahsetmek istediğim bir iki yer daha var:

esp2_5

Bunlardan ilki Poble Espanyol (İspanyol Köyü) İspanya’daki yerel mimari tarzlar ve el sanatlarının tanıtıldığı küçük bir açık hava mimarlık müzesi niteliğinde. 2005’teki Barcelona seyahatimde burayı görmüştüm, sevimli bir yerdi ancak tekrar görmeye gerek duymadım.

Bir diğer nokta ise Fundacio Joan Miro Montjuic’te yer alan ve yine 2005’teki Barcelona seyahatimde görüp beğendiğim yerlerden biriydi. Miro’nun eserlerinin yanısıra başka sanatçıların eserlerinin de yer aldığı bu müzedeki en etkiyeci ve aklımda kalan eser ise Miro’nun bir duvar halısıydı. 7,5 m x 5 m boyutlarındaki bu devasa halı karşısında şaşkınlığımı gizleyememiştim.

Sahile inmeden önce hızlı bir yemek için ilk kez Amsterdam’da gördüğümüz ve La Rambla da bir şubesi olan Wok to Walk’a uğradık, hızlı bir noodle ziyafeti sonrasında saat 16:00’ya doğru plajdaydık.

Bu sefer altımızda scooter’ımız olunca bir kaç farklı yerden denize girdik ve Port Olimpice kadar gittik.

Port Olimpic 1992 yılı Olimpiyatları sırasında eski limanın yenilenmesiyle tekrar şehre katılan önemli bir alan. Burada her yerden görünen iki yüksek gökdelen var. Birisi “Arts Oteli diğeri ise “Mapfre’nin ofis binası.

Bu bölgede gökdelenler kadar ve belki de daha fazla dikkat çeken bir de “balık heykeli var. Her yerden görünen ve güneşte parlayan 56 m uzunluğunda ve 35 m yüksekliğindeki bu çelik heykel,  ünlü mimar Frank Gehry’e ait. Rengi ve malzemesi sebebiyle güneşin yansımasıyla pırıl pırıl parlıyor bazen :)

esp2_6

Marina etrafında restoranlar, barlar ve mağazalar var. Bu sefer yemedik ancak Port Olimpic’te yemek yemek isteyenler için 2005’teki seyahatimde deniz mahsüllerine doyduğum La Barça del Salamanca”yı tavsiye edeceğim :)

Plaj sefasından sonra akşam yemeği için hazırlanmak üzere otelimize döndük.

Barri Gotik’te sokaklarda gezindikten sonra yemek için Orio’yu gözümüze kestirdik. Restoranın girişinde “Pintxos Bar”da tabaklarda atıştırmalık sayısız ürün vardı. Beğendiklerimizden kendimize bir tabak ayarladık, bu tek lokmalık tapas’ların tanesi 2-3 € civarındaydı, başlangıçlardan ızgara karides, ana yemek olarak bir antrikot söyledik, bir de bira içtik. Bu yemeğin maliyeti ise 55,50 € oldu.

esp2_7

Yemekten sonra şehirdeki gece turumuzu tamamladık ve otelimize döndük.

Leave a Comment

Yandex.Metrica